Yollar yollara karışıyor, her bir çizginin üzerinden geçtikçe bir diğeri can yakıyor.. Karanlık her yeri kaplamış, hüzünse çökeli çok olmuş.. Bu şehirden çok fazla ayrıldım, ama hiç bu kadar zor ve ağır olmamıştı.. Belki de yaşadığın hayatı ilk kez uzaktan fark etmemi sağlıyordu bu gidiş..
Soğuktur Ankara. Bir de alabildiğince fazlaca gridir. Bazen de resmidir. Burada doğmadan buraya gelip bağlanan çok az insana sahiptir. Hatta çoğu zaman doğmak bile sevme sebebi değildir. Benim gibi insanların ise, nasıl bir yer olduğunu hiç bilmeden isteyerek gittiği fakat, oraya bağlanmak için kocaman bir sebep bulduğu yalnız sokakları olan bir şehirdir Ankara..
6 sene önce, ufak bir yerden gelip, büyük şehrin kocaman karmaşasının içinde kendimi bulduğumda, kendimi fark etmiştim. Kalbim küçük, umutlarımsa alabildiğince büyüktü.. Yıllardır içimden anlatmaya çabaladığım ise, Ankara’yı böylesine nasıl bir kadın sayesinde sevebildiğimdi. Hiç bilmediğim bir rüyanın maviliğine kapılmıştım.. Bu yüzden, ne zaman ki “Bu şehirde bir kadın var, adı bana özel” şarkısı çalsa, aitliği benim içimde, hep tek bir kişiye gidiyordu..
Onu ilk gördüğüm zamanları hâlâ anımsıyorum, ince uzun saçlarında maviler vardı.. Belki o zaman orada olduğunu fark etmediğim, şimdiyse üzülülerek bırakıp çıktığım evimin/mabedimin çok yakınlarında onunla buluşmuştuk.. Konuşmasını beğendiğim, gülümsemesi içimi ısıtan, sıcacık bir hali vardı.. Ankara’yı da ilk böyle tanıdım..
Aradan yıllar geçse de, benden utanıp kaçırdığı gözleri, hâlâ gördükçe içimi ısıtıp dağlayan gülümsemesi, heyecanlı konuşması ve bana baktığındaki sıcaklığı hiç değişmedi.. Sevmeyi öğrenemediğim, kabullenemediğim evimi dolduran sıcacık gülümsemesi ve tarifsiz huzuru, bir şekilde bana fark ettirmeden orayı mabedime dönüştürdü..
Ve artık o mabedin içerisinde son günüm ve son günümüzdü. Kocaman bir sıcaklığın, kendinden emin bir huzurun, olabilecek en güzel hallerini yaşatan bir yuvanın kapılarını çekip çıkmanın, hayatımda atacağım en zor adımlardan biri olacağını hiç düşünemezdim. Ki tüm o son günün sonsuzluğunun tam ortasında, etrafı toparlamaya çalışırken duyacağım üç kelime, şaşkınlığımın ve şapşallığımın yine en üst noktaya çıktığı anlardan biri olacağını bilmiyordum. O an gözlerine bakmanın o tatlı utancı, midemde büyüyen kelebeklerin ne yapacağını bilmez halde tüm bedenimi yönlendirmesi ve ağzım kulaklarımda bir gülümseme ile ne yapacağımı bile unuttuğum halim.. Karşılığında onun gözlerinde bunun karşılığı olan şaşkınlık ve tatlı bir utanma ise, evimin son gününün, en özel anının bir temsiliydi. Bir çok an, bir çok anı, bir çok huzur ve gülümseme saklasa da, en iyisi ve en özeli olabileceğini nereden bilebilirdim ki? Ve bu yüzden, o özel mabedin kapılarını kapatmak o kadar zorlaştı ki..
Ben çok uzun yıllar sonra, ilk kez birinin ellerini gerçekten tuttum.. Bu benim için, anımsayamayacağım kadar eskide ve çocukça kalan bir histi. Evimin içine son kez adımımı atıp, son bir kere içeriye bakıp, tüm geçmişimi ardımda bıraktıktan sonra dönüp onun gözlerinin içine baktım. Bir basamak adımımı dışarı attıktan sonra, ona ellerimi uzattım.. Şaşırdı, beklemediği bir isteği gözlerimde görünce, ellerini uzattı ve ellerinden tutup, kapıyı çektim.. Aslında bu an, iç dünyamda, içeride sessizce oturup beklediğim o karanlık yerden çıkıp, o hep beklediğim tutunuşumun bir simgesi gibiydi. Anılarımdan hiç silinmeyecek bir çizginin hayatıma dokunuşuydu..
Onca kez ayrılıp-döndüğüm, giderken hafif dokunan ve döndüğümde mutlu eden bir şehirdi, Gri.. Bu sefer gitmek farklı, giden olmak farklı. Geride kalan bırakmaksa ağır.. Gidenin canının yandığı, kalanın kalbinin sızladığı, bir sonbahar gecesinin yorgunluğunu taşıyan son anları..
Terminal kalabalık, herkes birilerini uğurluyor.. Fakat orada bir kişi var.. Işığı, kalbimin tüm hüznünü silebilen, yerine bembeyaz umutlar koyan, sevdiğim gecelerin sabahı gibi, gözlerimin içine bakan.. Sarıldığım zaman benliğimi unutturan, kokladığımda dünyaya gelişimin ilk günkü mutluluğunu anımsatan, bir kalp..
O an sarılmak ve hissetmek en özel şey. Bırakıp gitmek zorunda olmaksa, hayata olan nefretimin, en nesnel hali gibi..
Yolların çizgileri büyümeye devam ediyor.. Ankara’dan uzaklaşalı kilometreler olmuş, bana ait huzuru orada bırakma düşüncelerimi artık yalnızlığımı sarmaya başlıyordu..
İlk kez uzaklaşmak, çok ağır..
İlk kez gitmek, çok hüzünlü..
İlk kez gitmek yerine, kalmak ve yaşamak istediğim bir nefesin etkisinde, gözlerim buğulanmaya başlıyor. Kalbime ufak ufak süzülerek düşüyor sızısı, bir sağdan, bir de soldan..
Gecenin karanlığında bir cümle düşüyor içimden..
İyi ki var’sın..
Yorumlar
“Veda” için bir yanıt
Senin bu yazılarına anlatılacak şey yok yani tanımsız. O kadar güzel yazıyorsun ki…