kaybetmiş olmanın mağrurluğunu hissetmek gibiydi, yalnızlıktan alınan ilk nefes.. sebebini hiç anlayamadığın yağmurla bütünleştikçe, toprak kokusu gibi saçılıyordun dört bir yana.. aslında niye yaşadığını algılayamadığın bu saçma sapan hayat yüzündendi bütün karamsarlıklarımız ve bakışlarımızdaki hüzünler.. ilk kez koşmak istemeyip, gözyaşlarına boğulmayı kabullenecek kadar çok sevimsiz bulmuştum bu hayatı.. anlamaya çalıştıkça bitap düştüm, anlamaya başladıkça da kayboldum bu karanlık sokaklarda.. aydınlık sokaklardan karanlık sokaklara hiç korkmadan girmiştim aslında.. hep kaçmak istesem de bundan, hep büyük büyük attım adımımı hızlıca girmeye çalışırcasına..
..
yorgun anlarımın anlamsız rengiydi tüm maviler. ben aslında maviyi sevmeyip, kırmızıyı daha çok severim sanki.. her zaman kırmızı hissedip, siyaha büründüm. beyazı kirlettim. elimden geldiğince karaladım tüm beyaz elbiselerimi.. hep siyah olsun istedim. saçmak istedim karanlığı anlamsızca. karanlık oldukça, karanlığı benliğimde hissettikçe, karanlığa girerken korkmayacağımı düşündüm, hep. belki de işe yaradı bu. ama artık karanlık sokaklarda yürürken, ışık gördüğümde korkuyorum.. nereye yürüdüğümü bilmeden giderken, caddeler aydınlanmaya başladı. nice aşklar gördüm o caddelerde.. ürkek ruhlar.. narin bedenler. ben aşık oldukça onlara, onların ışığı hiç sönmedi.. hiç biri bilmedi benim nasıl sevebileceğimi, bilemezlerdi de.. çünkü içimdeki aşkı ortaya çıkardığımda hepsinin bana garip bakacağını düşündüm. ve aslında ben hiç ilgiyi sevmedim ki. hepsi bana bakarsa o kalabalıkta nasıl nefes alabilirdim? paylaştırmayı bilmediğim sevgimin sınırlarını nasıl zorlayabilirdim ki..
..
hayat boyu, hep bir ruha eşlik etmek için katıldım bu yolculuğa. öyle bir sözleşmemiz vardı bizim yaşamla.. ben bir ruhu mutlu etmeye çalıştıkça, karşımdaki o ruh beni üzecekti. aslında anlaşmanın en ağır yanı buydu.. acı çekerek aşık olmak, acı çekerek aşkı hissetmek ve acı çekerek yalnız kalmak.. yalnızlığın tümden sardığı bu caddelerde, nasıl huzur bulunabilirdi ki.. o yüzden anlaşmayı elimden geldiğince hep esnetmeye çalıştım.. önce aşık oldum, sonra o aşktan emin oldum, sonra o aşkı büyüttüm ve öyle söyledim karşımdakine.. acıyı başta yaşamaya başladıkça, aşk’ın niye yaşadığını unutuyordum.. ben bir şekilde söyleyemedikçe içimdekileri, anlamsız duygularım bundan hep rahatsız oldu. ve aslında sadece, duygularımdan haberi olmayan insanlar topluluğunun karşısında konuşma yapıyordum.. bu kadar mı sağırdı hepsi? bu kadar mı boşluk hissi yaşanıyordu tüm bedenlerde?
..
kaybolmaya başlamıştım o toplulukta.. kalbim sızlıyor, içim acıyordu.. acıyı daha da farklı yaşamaya başlayıp, artık aşkı unutmaya başlamıştım.. verdiğim sözlerin, anlaşmaların bir değeri kalmamıştı.. o beslenmek zorunda kalan yalnız ruhlara dönüşmeye başlamıştım.. uzatılan bir ele bu kadar mahkumken, nasıl güçlenilebilirdi ki.. bunun yolunu öğrenmedim ki ben.. kalbiniz sıkışmaya başladığında.. nefes alamamaya başladığınızda.. bunca acıyı tek başınıza üstünüzden kaldırmaya çalıştığınızda.. hayat aslında o kadar çok yorucu oluyor ki.. hissetmek istediğiniz şey, aşk’ın dudaklarının masum bir dokunuşuyken, bir anda kendinizi yalnızlığın; gri’den zifiri karanlığa doğru artan karamsar yolculuğunun kollarında buluyorsunuz..
..
hiç bu kadar art arda umutsuz kalmamıştım.. aslında arada sırada uğrardı, ara sıra yoklardı beni.. ama hiç bu kadar ağır gelmezdi.. bu kadar mı ışıksız kaldı bu yalnızlık? neden inadına benimle yakınlaşıyor.. bilmiyorum.. belki de artık merak etmiyorumdur..
..
geçen haftalarda bir söz yazmıştım sebebini bilmediğim bir boşlukta yaşarken.. o sözler anlamlandırıyor artık hayatımı.. yaşanmadan, hissetmek acı verici.. bazen keşke hislerim başka konularda güçlenseydi ve keşke hayatım bu yönde değil de, başka yönde şekillenseydi diyorum.. bu şehirde hiç nefes almamış olsaydım, her şey daha farklı olur muydu? hissetmeseydim keşke bu gri’nin soğuk ve resmiyet dolu gülümseyişini.. ben hiç keşke demezdim.. ne çok oldu bu sene… bir hafta önce yazdığım o satırlar sarıldı yine benim anlamsız yalnızlığıma.. ve yazarken ki tek hissim şuydu.. sadece en karanlık noktada, o çukurun en dibinde.. kimseyi görmeden, kimseyi düşünmeden, ne geçmişi, ne geleceği barındıran.. belki de gerçekte olmayan, yüzünü hiç görmediğim birine yazılan bir histi bu..
..
sen; ruhu karanlık, kalbi yalnız, masmavi bir elbise.. bense; kalbine dikilen kocaman kıpkırmızı bir düğmeydim.. bakmıyordun bana hiç.. susuyordun ve oturuyordun o canımı yakan sessizliğinle.. ve tüm kızgınlığınla sökmeyi deniyordun o düğmeyi.. tanrı’yla inatlaşıp kaçmaya çalışıyordun yaşaman gereken kaderinden..
..
ama tanrı’nın diktiğini hiç kimse sökemiyordu…
Yorumlar
“bir düğme” için 2 yanıt
Okuyunca kendimi bulabildiğim yazılardan birisiydi. Tebrik ederim gayet hoş olmuş siyah adam.
çok güzel.. tam olarak çözemediğim duygular yarattı. belki de yaşananlar benzerdir, kim bilir.. okudukça bir sonraki yazın için sabırsızlanıyor insan.. teşekkür ederim..